26 Temmuz 2008 Cumartesi
25 Temmuz 2008 Cuma
Hz.Peybamberin(s.a.v)'nın engellilere davranışı
Hz.Peybamberin(s.a.v)'nın engellilere davranışı
Hz. Peygamberin engellilere davranışı konusunda fikir sahibi olmak için onun diğer insanlara davranışını göz önünde bulundurmamız yeterli olacaktır. Hz. Peygamberin davranış biçimi, muhataplarının engelli-engelsiz oluşuna göre şekillenmemekteydi. Daha açık bir ifadeyle, kişilerin bedensel ya da zihinsel açıdan yeterli ya da engelli oluşu, onun davranışında etkin bir amil değildi. A’ma bir zat olan Abdullah İbn Ümmi Mektum’a davranışının Kur’an-ı Kerim’e konu edilişi, Hz. Peygamberin muhataplarının sosyal statüsüne veya vizyonuna göre önem verdiği ya da engellilere değer vermediği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kur’an’a konu edilen olayın gelişimi şöyledir:Hz. Peygamber (sav) , Kureyş’in ileri gelenlerinden Utbe b.Rebia, Ebu Cehil b.Hişam, Ümeyye b. Halef ile sohbet ederken gözleri görmeyen Abdullah b. Ümmi Mektum geldi, söze karıştı ve Hz. Peygamberden kendisine Kur’an okumasını istedi ve “Ey Allah’ın Elçisi, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret” dedi. Ve bu sözünü bir iki defa daha tekrar etti. Kureyş ileri gelenleri, kendilerinin yanında fakir kişilerin bulunup, söze karışmalarından hoşlanmazlardı. Bundan dolayı Abdullah b.Ümmi Mektum’un iki de bir söze karışması, Allah’ın Elçisi’nin canını sıktı. Hz. Peygamber (sav) , bundan memnun olmayarak yüzünü Abdullah’tan çevirip, diğer kişilerle ilgilendi. Rasulullah (sav), sözünü bitirip kalkacağı esnada kendisine bu olayı tasvip etmeyen ayetler nazil oldu. (Abese,1-10) Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (sav) , Abdullah ile karşılaştığında ona ikramda bulunur ve “Ey kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı zat, merhaba!” der ve ihtiyacını sorardı. Bu davranış biçiminin, Rasulullah (as)’ın o anda bulunduğu ortam ve önem verdiği bir meşguliyetin uzantısı olarak değerlendirilmesi ve genelleştirilmemesi gerekir. Ancak böylesi bir davranışın bile Kur’an’a konu edilişi, İslam’ın insana bakışı açısından önem arzetmektedir.Hz.Peygamber (sav) , engellilerle ilgilenmiş,onlara güçlerinin yetmediği alanlarda görev vermemiş, yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, topluma kazandırmaya çalışmış; engellileri bir dilenci kitlesi ve sürekli insanlara muhtaç bir tabaka olarak görmemiştir. Şimdi, bu hususlarla ilgili uygulamalarını örneklerle açıklamak istiyoruz:Hz. Peygamberin engellilerle ilgili uygulamalarını ele alırken , konuyu bedensel ve zihinsel engelliler olmak üzere iki kısımda değerlendirmek gerekir. Bedensel engellilerin başında görme engelliler (a’malar) gelmektedir. Çünkü o dönemde hastalık sebebiyle ve bunun yanında savaşların ok ve mızrak gibi delici aletlerle yapılmasından dolayı toplumlarda görme kabiliyetlerini kaybeden insanların hayli fazla olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de a’ma kelimesi, çoğu yerde manevi körlük anlamında kullanılmıştır. (Ör: A’raf,179; Hacc,46). Abese suresinde, özel olarak a’maların ve genel olarak engellilerin haklarına ve onlara gerekli ilginin gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmek için Abdullah b.Ümmi Mektum’un adı verilmeden “a’ma” diye bahsedilmektedir. (Abese, 1-10)Hz. Peygamber (sav)’in hadislerinde daha çok görme engellilerle ilgili hükümler yer almaktadır. O, görme engelli olup da sabredenlerin cennetle ödüllendirileceğini bildirmiştir. Bir Hadis-i Kudsi’de Yüce Allah; “Herhangi bir kulumu gözlerinden mahrum bırakmak suretiyle imtihana tabii tuttuğumda, sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm” (Buhari, Merda,7) buyuruyor. İnsanın dış dünyaya açılan penceresi konumundaki gözlerini kaybetmesi, elbette kişi için bir meşakkattir, oldukça zor bir imtihandır. Kaybedilen nimetin kıymeti ölçüsünde onun yokluğuna sabretmenin güçlüğü ve buna bağlı olarak da değeri artmaktadır. Bu sebeple, hadiste de ifade edildiği gibi, iki gözünü kaybettiği halde, şikayet etmeyip sabredebilen kişiye Allah Teala, cennetini vereceğini bildiriyor. Cennete ulaşmak kolay olmadığına göre, gözleri kaybına sabretmek, zoru başarmak demektir.Rasulullah (sav)’in görme engellilere karşı davranışlarında en güzel örneğini Abdullah b.Ümmi Mektum’a karşı tutumunda görmek mümkündür. Onu Mescid-i Nebevi’de müezzin olarak görevlendirmiştir. Bunun yanında, kendisini kamu görevlerinin en üst kademesinde, kendi yerine vekil,başka bir ifade ile devlet başkanı vekili olarak istihdam etmiştir; Veda Haccında ve Uhud Savaşına gidişi de dahil, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında on üç defa Medine’de onu vekil bırakmıştır.İslam’da engellilerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi, Abdullah Bin Ümmi Mektum vesilesiyle mümkün olmuş; engellilerin vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek beslemeleri gibi konular açıklık kazanmıştır. Hz. Peygamber (sav) , namazlarda Abdullah Bin Ümmi Mektum ve diğer görme engellilerin imamlık yapmalarına izin vermiştir.Rasulullah (sav) , durumlarına göre engellileri çalışmaktan alıkoymamış, onların ticaret yapmasını kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Bununla birlikte, engellileri güç yetiremeyecekleri işlerden de muaf tutmuştur. Zaten Kur’an-ı Kerim’de, sorumluluğun kişinin gücü ile orantılı olduğunu, kişilere güçlerinin üstünde sorumluluk yüklenmeyece- ğini ifade eden genel hükümlü ayetler (Bakara,286; En’am, 152; A’raf,42) yanında, engellilerin mazeretleri sebebiyle bir kısım yükümlülüklerden muaf tutulacaklarını konu edinen özel hükümlü ayetler (Fetih,17; Nur,61) de mevcuttur. Hz. Peygamberin uygulamaları da bu doğrultuda şekillenmiştir. Örneğin; Ensardan Seleme oğullarının başkanı Amr bin Cemuh, yürürken topallıyordu. Bedir Savaşına katılmak istedi; ancak Hz. Peygamber (sav) , onu savaştan muaf tuttu. Daha sonra Uhud Savaşına katılmak istedi; oğulları, Bedir Savaşını örnek göstererek, ona engel olmak istediler. Bunun üzerine Amr, oğullarına; “Siz beni Bedir Seferinde cenneti kazanmaktan alıkoymuştunuz” diyerek, onları Rasulullah (sav)’e şikayet etti. Peygamberimiz, ona, mazereti olduğunu, bu sebeple savaşla yükümlü bulunmadığını bildirdi. Ancak Amr’ın ısrarı üzerine izin verdi. Oğulların da babalarını savaşa gidip gitmemekte serbest bırakmalarını söyledi. Savaşa katılan Amr, sonunda, hep arkasında savaşan ve onu korumaya çalışan oğlu ile birlikte şehid düştü. Rahmet Peygamberi (as) , bir hadisin- de, onun cennette sapasağlam ayaklarla yürüdüğünü haber vermiştir. (İbn Hanbel, Müsned, V, 299)İbn Abbas, Ata b.Ebi Rebah’a; “Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?” dedi. Ata; “Evet, göster” dedi. İbn Abbas; “İşte, şu siyah kadındır ki; bu kadın, Hz. Peygambere geldi ve ‘Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua edin’ dedi. Rasulullah (sav) ; ‘İstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua ederim’ dedi. Bunun üzerine kadın; ‘O halde sabredeceğim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz’ dedi. Peygamber (as) da ona dua etti.” (Buhari, Müslim)Toplumun her kesimi ile ilgilenen Hz. Peygamber (sav)’in, zihinsel engellilerle ilgilenmemesi ve onları ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim, akıl hastalarının dini yükümlülüklerden muaf tutulduklarını şu sözleri ile dile getirmişlerdir: “Üç kimseden sorumluluk kaldırılmıştır: Buluğ çağına erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl hastasından.” (Buhari, Ebu Davud,Tirmizi) bu hadis, zihinsel engellilerin sorumluluklarının çerçevesinin belirlenmesinde temel teşkil eden başlıca delillerdendir.Hz. Peygamber (sav) , sağlıklı insanların engellilerle ilişkilerini yönlendiren ahlaki düzenlemelerde de bulunmuştur. Nitekim, görme engelli bir kimseye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize laf anlatmayı iyilik olarak telakki etmiştir. (İbn Hanbel,V,169)Sevineceğimiz, huzur duyacağımız şeylerle karşılaşmayı nasıl tabii buluyorsak, zaman zaman bizi üzecek bir olayla, musibetle, hastalıkla, felaketle karşılaşmayı da tabii bulmalıyız. Musibetleri, felaketleri ya da başımıza gelen bir hastalığı tabii karşılamanın en iyi yolu, sabırdan geçer. Şurası da unutulmamalıdır ki; karşılaşılan felaketler, hastalıklar yaptığımız hatalara kefarettir. Sevgili Peygamberimiz (sav) ; “Yorgunluk, hastalık,tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar, müslümanın başına gelen her şeyi Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhari, Müslim) sözüyle bu müjdeyi vermektedir.Ne mutlu, karşılaştığı bütün zorluklara, hastalıklara, musibetlere, felaketlere sabredip, mutlu sona erişenlere...alıntı
Hz. Peygamberin engellilere davranışı konusunda fikir sahibi olmak için onun diğer insanlara davranışını göz önünde bulundurmamız yeterli olacaktır. Hz. Peygamberin davranış biçimi, muhataplarının engelli-engelsiz oluşuna göre şekillenmemekteydi. Daha açık bir ifadeyle, kişilerin bedensel ya da zihinsel açıdan yeterli ya da engelli oluşu, onun davranışında etkin bir amil değildi. A’ma bir zat olan Abdullah İbn Ümmi Mektum’a davranışının Kur’an-ı Kerim’e konu edilişi, Hz. Peygamberin muhataplarının sosyal statüsüne veya vizyonuna göre önem verdiği ya da engellilere değer vermediği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kur’an’a konu edilen olayın gelişimi şöyledir:Hz. Peygamber (sav) , Kureyş’in ileri gelenlerinden Utbe b.Rebia, Ebu Cehil b.Hişam, Ümeyye b. Halef ile sohbet ederken gözleri görmeyen Abdullah b. Ümmi Mektum geldi, söze karıştı ve Hz. Peygamberden kendisine Kur’an okumasını istedi ve “Ey Allah’ın Elçisi, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret” dedi. Ve bu sözünü bir iki defa daha tekrar etti. Kureyş ileri gelenleri, kendilerinin yanında fakir kişilerin bulunup, söze karışmalarından hoşlanmazlardı. Bundan dolayı Abdullah b.Ümmi Mektum’un iki de bir söze karışması, Allah’ın Elçisi’nin canını sıktı. Hz. Peygamber (sav) , bundan memnun olmayarak yüzünü Abdullah’tan çevirip, diğer kişilerle ilgilendi. Rasulullah (sav), sözünü bitirip kalkacağı esnada kendisine bu olayı tasvip etmeyen ayetler nazil oldu. (Abese,1-10) Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (sav) , Abdullah ile karşılaştığında ona ikramda bulunur ve “Ey kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı zat, merhaba!” der ve ihtiyacını sorardı. Bu davranış biçiminin, Rasulullah (as)’ın o anda bulunduğu ortam ve önem verdiği bir meşguliyetin uzantısı olarak değerlendirilmesi ve genelleştirilmemesi gerekir. Ancak böylesi bir davranışın bile Kur’an’a konu edilişi, İslam’ın insana bakışı açısından önem arzetmektedir.Hz.Peygamber (sav) , engellilerle ilgilenmiş,onlara güçlerinin yetmediği alanlarda görev vermemiş, yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, topluma kazandırmaya çalışmış; engellileri bir dilenci kitlesi ve sürekli insanlara muhtaç bir tabaka olarak görmemiştir. Şimdi, bu hususlarla ilgili uygulamalarını örneklerle açıklamak istiyoruz:Hz. Peygamberin engellilerle ilgili uygulamalarını ele alırken , konuyu bedensel ve zihinsel engelliler olmak üzere iki kısımda değerlendirmek gerekir. Bedensel engellilerin başında görme engelliler (a’malar) gelmektedir. Çünkü o dönemde hastalık sebebiyle ve bunun yanında savaşların ok ve mızrak gibi delici aletlerle yapılmasından dolayı toplumlarda görme kabiliyetlerini kaybeden insanların hayli fazla olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de a’ma kelimesi, çoğu yerde manevi körlük anlamında kullanılmıştır. (Ör: A’raf,179; Hacc,46). Abese suresinde, özel olarak a’maların ve genel olarak engellilerin haklarına ve onlara gerekli ilginin gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmek için Abdullah b.Ümmi Mektum’un adı verilmeden “a’ma” diye bahsedilmektedir. (Abese, 1-10)Hz. Peygamber (sav)’in hadislerinde daha çok görme engellilerle ilgili hükümler yer almaktadır. O, görme engelli olup da sabredenlerin cennetle ödüllendirileceğini bildirmiştir. Bir Hadis-i Kudsi’de Yüce Allah; “Herhangi bir kulumu gözlerinden mahrum bırakmak suretiyle imtihana tabii tuttuğumda, sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm” (Buhari, Merda,7) buyuruyor. İnsanın dış dünyaya açılan penceresi konumundaki gözlerini kaybetmesi, elbette kişi için bir meşakkattir, oldukça zor bir imtihandır. Kaybedilen nimetin kıymeti ölçüsünde onun yokluğuna sabretmenin güçlüğü ve buna bağlı olarak da değeri artmaktadır. Bu sebeple, hadiste de ifade edildiği gibi, iki gözünü kaybettiği halde, şikayet etmeyip sabredebilen kişiye Allah Teala, cennetini vereceğini bildiriyor. Cennete ulaşmak kolay olmadığına göre, gözleri kaybına sabretmek, zoru başarmak demektir.Rasulullah (sav)’in görme engellilere karşı davranışlarında en güzel örneğini Abdullah b.Ümmi Mektum’a karşı tutumunda görmek mümkündür. Onu Mescid-i Nebevi’de müezzin olarak görevlendirmiştir. Bunun yanında, kendisini kamu görevlerinin en üst kademesinde, kendi yerine vekil,başka bir ifade ile devlet başkanı vekili olarak istihdam etmiştir; Veda Haccında ve Uhud Savaşına gidişi de dahil, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında on üç defa Medine’de onu vekil bırakmıştır.İslam’da engellilerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi, Abdullah Bin Ümmi Mektum vesilesiyle mümkün olmuş; engellilerin vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek beslemeleri gibi konular açıklık kazanmıştır. Hz. Peygamber (sav) , namazlarda Abdullah Bin Ümmi Mektum ve diğer görme engellilerin imamlık yapmalarına izin vermiştir.Rasulullah (sav) , durumlarına göre engellileri çalışmaktan alıkoymamış, onların ticaret yapmasını kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Bununla birlikte, engellileri güç yetiremeyecekleri işlerden de muaf tutmuştur. Zaten Kur’an-ı Kerim’de, sorumluluğun kişinin gücü ile orantılı olduğunu, kişilere güçlerinin üstünde sorumluluk yüklenmeyece- ğini ifade eden genel hükümlü ayetler (Bakara,286; En’am, 152; A’raf,42) yanında, engellilerin mazeretleri sebebiyle bir kısım yükümlülüklerden muaf tutulacaklarını konu edinen özel hükümlü ayetler (Fetih,17; Nur,61) de mevcuttur. Hz. Peygamberin uygulamaları da bu doğrultuda şekillenmiştir. Örneğin; Ensardan Seleme oğullarının başkanı Amr bin Cemuh, yürürken topallıyordu. Bedir Savaşına katılmak istedi; ancak Hz. Peygamber (sav) , onu savaştan muaf tuttu. Daha sonra Uhud Savaşına katılmak istedi; oğulları, Bedir Savaşını örnek göstererek, ona engel olmak istediler. Bunun üzerine Amr, oğullarına; “Siz beni Bedir Seferinde cenneti kazanmaktan alıkoymuştunuz” diyerek, onları Rasulullah (sav)’e şikayet etti. Peygamberimiz, ona, mazereti olduğunu, bu sebeple savaşla yükümlü bulunmadığını bildirdi. Ancak Amr’ın ısrarı üzerine izin verdi. Oğulların da babalarını savaşa gidip gitmemekte serbest bırakmalarını söyledi. Savaşa katılan Amr, sonunda, hep arkasında savaşan ve onu korumaya çalışan oğlu ile birlikte şehid düştü. Rahmet Peygamberi (as) , bir hadisin- de, onun cennette sapasağlam ayaklarla yürüdüğünü haber vermiştir. (İbn Hanbel, Müsned, V, 299)İbn Abbas, Ata b.Ebi Rebah’a; “Sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi?” dedi. Ata; “Evet, göster” dedi. İbn Abbas; “İşte, şu siyah kadındır ki; bu kadın, Hz. Peygambere geldi ve ‘Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua edin’ dedi. Rasulullah (sav) ; ‘İstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua ederim’ dedi. Bunun üzerine kadın; ‘O halde sabredeceğim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz’ dedi. Peygamber (as) da ona dua etti.” (Buhari, Müslim)Toplumun her kesimi ile ilgilenen Hz. Peygamber (sav)’in, zihinsel engellilerle ilgilenmemesi ve onları ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim, akıl hastalarının dini yükümlülüklerden muaf tutulduklarını şu sözleri ile dile getirmişlerdir: “Üç kimseden sorumluluk kaldırılmıştır: Buluğ çağına erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl hastasından.” (Buhari, Ebu Davud,Tirmizi) bu hadis, zihinsel engellilerin sorumluluklarının çerçevesinin belirlenmesinde temel teşkil eden başlıca delillerdendir.Hz. Peygamber (sav) , sağlıklı insanların engellilerle ilişkilerini yönlendiren ahlaki düzenlemelerde de bulunmuştur. Nitekim, görme engelli bir kimseye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize laf anlatmayı iyilik olarak telakki etmiştir. (İbn Hanbel,V,169)Sevineceğimiz, huzur duyacağımız şeylerle karşılaşmayı nasıl tabii buluyorsak, zaman zaman bizi üzecek bir olayla, musibetle, hastalıkla, felaketle karşılaşmayı da tabii bulmalıyız. Musibetleri, felaketleri ya da başımıza gelen bir hastalığı tabii karşılamanın en iyi yolu, sabırdan geçer. Şurası da unutulmamalıdır ki; karşılaşılan felaketler, hastalıklar yaptığımız hatalara kefarettir. Sevgili Peygamberimiz (sav) ; “Yorgunluk, hastalık,tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar, müslümanın başına gelen her şeyi Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhari, Müslim) sözüyle bu müjdeyi vermektedir.Ne mutlu, karşılaştığı bütün zorluklara, hastalıklara, musibetlere, felaketlere sabredip, mutlu sona erişenlere...alıntı
Saklanan, ama bilinen bir dünya
Yazı alıntıdır----Başkalarına bağımlıysan gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun” diyordu Ramon…..Ve bağımlılığımız ne kadar çoksa o kadar çok kişiye gülümsemek zorunda kalıyoruz .Diyelim ki yürürken yolda…kalabalıkta.. değneğiniz kaydı ya da çarptı birisi size..Kahretsin..!Düştünüz..!Yolun tozuna çamuruna bulandı eliniz yüzünüz.Halbuki ne kadar da dikkatli yürürdünüz …Ama oldu işte..Kahretsin..!Diziniz ezildi, ne çok yandı canınız..belki de kolunuz…Ama ruhun acısından dizin acısını duymaz olursunuz..Hele etraf kalabalıksa.Ahh bi de orada ..!Uzaktan uzağa hoşlandığınız bi kız ya da bi çocuk varsa.Yakında..Civarda..Gördü mü acaba..?Bakmamaya çalışmak o tarafaKonuşulanları duymamaya çalışmak..İnsanlar gelir yanınızaYardım etmek isterler tüm iyi niyetleriyle.İçiniz ağlamaktadır oysaAma yardım etmeye çalışanlara gülümsemek zorundasınızdır.Hele ki ruhunuzun acısı yansısın yüzünüzeOlmadı işte.O mahrem acı asılı kalmalı kirpiklerinizde- Yardım ettik yaranamadık..- Surata bak..sanki biz düşürdük..!- Teşekkür edeceğine..!Amman dostlar sakın böyle yapmayınyardım eden kişinin akşam başını yastığa koyduğundakendini iyi hissetmesine engel olmayın.Bu da onun hakkı.GülümseyinHatta gülümsemenin yanında bi de espri yapın. Size yardım elini uzatanlara karşı şirin,hatta düşüşünüzü umursamaz gözükmeye çalışın.Mesela; ben zaten deşecektim deyin.Hani Nasrettin hoca eşekten düşünce “ben zaten inecektim” demiş ya işte onun gibi.Afferim işte, öğrendin gülümseyerek ağlamayı.Toplum böylesini seviyor biliyorsun. Engelinle barışık olacaksın, sakın kavga etme ammann..!Ayırmaya gelmiyorlar.Yediğin yumrukla tekmeyle kalıyorsun. Ve hep o oluyor kazanan.Diyelim ki..Çocuksunuz dahaOlmuş bi şey işte sakat kalmışsınızYa da öyle doğmuşsunuz…herneyse.Tekerlekli sandalyedesiniz veya koltuk değnekleriniz olmuş yanınızdan hiç ayıramadığınız en iyi arkadaşınız.Bir duvar kenarında ya da bir ağaç gölgesinde seyredersiniz top oynayan yaşıtlarınızı..Gülerek el çırparak.Halbuki o topun peşinde koşamamanın acısıyla içiniz ağlamaktadır.Ama..Lakin..Fakat..Somurtamazsınız, kızamazsınız üzülemezsiniz. zaten o güne kadar içinizin acısını,yüreğinizin burukluğunu yüzünüze yansıtmamayı çoktan öğrenmişsinizdir.Belki de o kadar alışmışsınızdır ki kendinize. Unutmuşsunuzdur ağlamayı.Ağlamaya değer daha güzel daha anlamlı şeylere saklayıp göz yaşlarınızısadece gülümsersiniz yuvarlanan topun ardından.Farkında olmadanDiyelim kigenç bi kızsınOlmuş bi şeyler işte sakat kalmışsınYada öyle doğmuşsun…her neyse..!Davetlisindir.Akraba içinde ya da mahallede birlikte büyüdüğün arkadaşının düğününeBenim hiç düğünüm olmayacak ve hiç gelinliğim diye düşünsen de..Gidersin oynaya güle...Ve..VeSeni iki yüzlü seniiAğlasana doya doya…hemen orada oracıkta.Niye eve gidince yorganı kafana çekip yastığınlaboğmak istiyorsun gırtlağında düğüm olan o sesi.Gülmen lazım.. ve sen ispat etmek zorundasındır ,oradaki herkesten fazla sevindiğini eğlendiğiniAffferim sana..gülümseyerek, hatta gülerek ağlamayı ne güzel becerdin..!Senden beklenen buydu işte.Sakın hissettiğin gibi davranma,yoksa orada bulunanlara zehir edersin şu canım eğlenceyi.Seni kıskanç seniii..!Aaa kardeşlerin de var senin değil mi?Bekarlar mı?Çeyiz alıyorlar mı onlara, çarşıya çıkıldığında?..Ve senin de fikrini soruyorlardır tabii.- Bu nevresim takımı nasıl?İçinizde tarifsiz bir kırgınlıkla..Ve ama..Ve tabii gülümseyerek..Ve belli etmemeye çalışarak kırgınlıkdan doğan umursamazlığınızı;- Çok güzel harika alın bunu mu diyorsunuz?..Ve söyleyin yeni türkü’nün türküsünü;Tak etti canıma bu maskeli baloBu maskeli baloVe onun sahte yüzleriDostlar uymayın siz bana. Sizi anlamazlar şarkıyı anlarlar.- Niye bana da almıyorsunuz..? Demeyin.Canım biliyorsunuz işte, belli senin sebebin.Şu mutlu ortamı bozmanın ne alemi var?Diyelim ki…Olmuş bi şeyler işte doğuştan ya da sonradan..Adalelerinizin kontrolü artık çıkmıştır sizden.Acıkınca yemek yemek kadar doğalsa da bu sindirilenlerin vücuttan atılmasıYine de bin kahır olur bu en doğal olay size.Ahhh bi de kendi kendinizi temizleyip yıkayamayacak kadartüketmişse adaleleriniz gücünü,daha bi ağır gelir yaşamın yükü.Bağımlı olmanın en ağır yüküdür bu ki bunu ancak taşıyanlar bilir.En yakınınız yakınınızdaysa şanslısınızdır.Ama o bu yükü sırtlamak için omuz verdikçe daha bi ağırlaşır.O an hayattan yaşamdan tanrıdan tüm isteğiniz gelip bu yükte düğümlenir.Dersiniz ki her şeyine eyvallah da bu sakatlığın, alışamadım işte buna.Utanıp sıkılırsınız, ufak bi terslikte öfkelenirsiniz ama asıl öfkeniz kendinizedir.O an, en yakınınızdaki en yakınınız değilse, bi bakıcı veya bi hayırsever,bi uzak akraba, işi şakaya espriye boğup gülümsemeye çalışırsınız…İçiniz ağlamaktadır oysa.Hele lavman yapılıyorsa ;Zeki Müren’in “öyle zor, öyle zor ki seni içimden atmak” şarkısını söyleyin mesela.Ben denedim inanın, herkesler güldü o an.Ayyy valla yaaa güldüler inanınVe sonra duşa götürün beni deyinDuşta ağladığı hiç belli olmuyor insanın
22 Temmuz 2008 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)